Namaz Vakitleri
Fecr (الْفجْر) kelimesi mastar olarak ‘yarma’, ‘akıtma’ ve ‘fışkırma’ anlamlarına gelir. İsim olarak ise ‘sabahın erken saatlerinde güneşten doğu ufkuna ulaşan kızıllık’ demektir. Gecenin sonuna doğru ufkun üst tarafında görülmeye başlayan kızıl ve beyaz ışıklar, zayıf bir ışık kubbesi oluşturarak yavaşça ufka iner. Giderek renkler ayrışmaya ve ufuk açılmaya başlar. Sonra fecrin, yani ufka gelen kızıl ışıkların, ufuk boyunca kümeleşerek bir kızıl ışık kuşağı oluşturduğu görülür. Onun üstünde de beyaz ışık kuşağı oluşur. Bu sırada yeryüzü karanlık olduğu için kara parçası, ufuk boyunca uzayan siyah bir kuşak gibi gözükür. Bu kuşaklar şüpheye yer kalmayacak şekilde netleşince ışıklar ikiye ayrılmış, ikinci doğuş başlamış olur. O ana kadar olan aydınlık, seher vakti aydınlığıdır, onunla sabah namazı ve oruca başlama vakti girmez. O aydınlık insanları yanılttığı için ona “fecr-i kâzib” denir.
“Fâliq’ul-ısbâh (فَالِقُ الْإِصْبَاحِ) sabahı bölen Allah” anlamına gelir. Allah, seher vaktinin başından itibaren ufuktaki karanlıkla karışık olan kızıl ve beyaz ışıkları, kızıl ve beyaz ışık kuşağıyla böler. Dolayısıyla “fecr” ufku yararak seheri ayıran kızıl ışığın adı, Fâliq de o yarmayı yapan zat yani Allah Teala’dır.
Birçok ayet gibi Hûd 114. ayetin anlaşılmasında da geleneğin büyük hataları vardır. Bizde meal ve tefsir yapanların çoğu, o geleneği tenkide yanaşmadıkları için hatalar kalıcı hale gelmektedir. Ayetin meali şöyledir:
“Gündüzün iki bölümünde ve gecenin gündüze yakın zamanlarında namaz kıl. Çünkü iyilikler, kötülükleri giderir. Bu, aklını başına alacaklar için bir hatırlatmadır.” (Hud, 11/114)
Kur’ân’ın indiği sırada gündüz, güneşin doğuşu ile batışı arasındaki zaman dilimine denirdi. Âlimler, daha sonra yeni bir terim oluşturdu ve tan yerinin ağarmasından güneşin batmasına kadar olan kısma gündüz (nehâr-i şer’î) dediler. Bu anlayış tefsire intikal edince sistem çöktü ve namaz vakitleri ile ilgili ayetler anlaşılamaz oldu. Hâlbuki Kur’ân, Arap toplumunun diliyle inmiştir. İlgili ayet şöyledir:
“Biz, her elçiyi kendi toplumunun dili ile gönderdik ki, onlara açıkça anlatsın…” (İbrahim, 14/4)
O kavmin diline göre gündüz (nehâr), güneşin doğması ile batması arasındaki vakittir. Taraf (طرف), “bir şeyin bölümlerinden biri” anlamına gelir. “Gündüzün iki tarafı”, iki bölümü demektir. Dolayısıyla bu ayet, gündüzün iki bölümünde namaz kılmayı emretmektedir. İsra 17/78’de gündüzün birinci tarafının güneşin tepe noktasından batıya kaymasıyla yani meridyen geçişi ile başlayan öğle namazının vaktidir. Kaf 50/39’da ikinci tarafının güneşin batmasından önceki vakit olduğu açıklanmıştır. Böylece gündüzün iki bölümünde kılınması emredilen namazların öğle ve ikindi namazları olduğu ortaya çıkar.
Ayetin metninde, “yakınlık” anlamında olan zülfe (زلفة)’nin çoğulu zülef (زلف) kelimesi vardır. Arapçada çoğul, en az üç şeyi gösterir. Ayetteki “زُلَفًا مِّنَ اللَّيْل = gecenin zülfeleri”, gecenin gündüze yakın en az üç zamanıdır. Bunlar: gündüzden işaret taşıyan akşam, yatsı ve sabah namazlarının vakitleridir.
Şimdi ayete Süleyman ATEŞ’in verdiği meale bakalım:
“Gündüzün iki tarafında (sabah, akşam) ve geceye yakın saatlerde namaz kıl…”
Hoca, “gündüz” sözüyle güneşin doğuşundan batışına kadar süren zamanı kast ediyorsa bunun dışında olan sabah ve akşam namazları, gündüzün birer bölümü olamaz.
Eğer “gündüz, tanyerinin ağarmasından güneşin batmasına kadar olan vakittir” diyorsa sabah namazı gündüzün bir tarafı olur; ama akşam namazı dışarıda kalır. Her iki durumda da gündüzün iki tarafı, sabah ve akşam namazı vakitleri olmaz.
Mealde yer alan “geceye yakın saatler” ifadesi, ancak “gündüzün geceye yakın saatleri” olarak anlaşılır. Çünkü Bakara 187’ye göre gece, güneşin batmasıyla başlar. “Yakın saatler” diye tercüme edilen zülef (زلف) kelimesi, zülfe (زلفة)’nin çoğuludur ve en az üç vakti ifade eder. Tesniye (bir şeyden iki tane demek) olan طَرَفَي kelimesine “iki vakit” anlamı verip de Cemi (bir şeyden üç tane ve daha fazlası demek) olan zülef (زلف)’e “üç vakit” anlamı vermemenin izah edilir bir yanı yoktur! Sayın ATEŞ, “geceye yakın saatler” ifadesi ile hangi üç namazın kast edildiğini açıklamalıdır.
Ayette ifade edilen yakınlık, geceye değil gündüze olan yakınlıktır. Akşam namazı, güneşin batmasından batı ufkundaki kızıllığın kaybolmasına kadar kılınır. Bundan sonra batı ufkundaki beyazlığın kaybolup havanın tam kararmasına kadar devam eden yatsı namazı vakti girer. Hava tam kararınca gecenin gündüze yakın bu iki bölümü bitmiş olur.
Doğu ufkunda tan yerinin ağarmasıyla birlikte gündüzün yaklaştığı ortaya çıkar. Bu da gecenin gündüze yakın üçüncü vaktidir. Böylece iki vakit gündüz, üç vakit de gece olmak üzere günde beş vakit namaz, bu ayetle kesin olarak ortaya çıkar.
Bu ve benzeri konularda yapılan yanlışlar, yazmakla bitmez. Size daha önce hazırladığımız ve aşağıdaki linkte bulunan “Kur’an’da Namaz Vakitleri” başlıklı yazımızı okumanızı tavsiye ederiz:
www.suleymaniyevakfi.org/kuran-arastirmalari/kuranda-namaz-vakitleri.html
Kur’ân’a ve Nebîmizin hadislerine göre cuma gecesi, cuma günü güneşin batmasından doğmasına kadar devam eden süredir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Güneş ayı yakalayamaz; gece de gündüzü geçemez. Her biri farklı bir yörüngede yüzüp giderler.” (Yasin, 36/40)
Gece, gündüzü geçemeyeceği için önce gündüz, sonra gece gelir. Bu sebeple günün ilk namazı öğle namazıdır. İsrâ 78 ve Hûd 114. ayetler bunu gösterir. Cebrail aleyhisselam Kâbe’de Nebîmize iki gün namaz kıldırmış, her birinde önce öğle namazını kıldırmıştır. Nebîmiz namaz vakitlerini tarif ederken de aynısını yapmıştır.
Bu kadar açık ayet ve hadislere rağmen bugün müslümanlar, sadece hac günlerinde gündüzün önce, gecenin sonra olduğunu kabul eder, diğer günlerde günü, güneşin batmasıyla bitirir ve başlatırlar. Bunun sebebi Kameri ayların bitişinin ve başlamasının işaretinin; güneşin batmasından sonra görülen hilal olmasıdır.
Ramazan’da oruca başlamadan önce teravih namazı kılınması, son günün akşamında kılınmaması da bundandır. Ama bu, Nebîmizin veya sahabenin uygulaması değildir.
Ramazan ayı, son gün güneşin batmasıyla bitseydi bayram namazı, o günün akşam namazı vaktinde kılınır, fitreler de o andan itibaren farz olurdu. Hâlbuki bayram namazı, o gecenin sabahında güneşin doğmasından sonra, kerahet vaktinin çıktığı andan itibaren kılınır. Fitreyi de güneşin doğmasından itibaren vermek gerekir.
İkrime’nin İbn Abbâs’tan rivâyetine göre “Resûlullâh fitreyi, oruçlunun ağzından çıkabilecek olan boş ve çirkin sözler için bir temizlik ve çaresiz kalmış kişiler (miskinler) için yemek olsun diye farz kılmıştır. Kim onu namazdan (bayram namazından) önce verirse makbul bir zekât olur. Kim de namazdan sonra verirse sadakalardan bir sadaka olur.” (Ebû Davûd, Zekat 18)
Hilalin görülmesinin yeni ayın başladığını göstermesi, ayın o andan itibaren başladığı anlamına gelmez. Bu sebeple gelenekte oluşan anlayış doğru değildir; cuma gecesi, cuma günü güneşin batmasıyla başlar, güneşin doğmasına kadar sürer.
Lütfen aşağıdaki linki de tıklayınız:
www.fetva.net/yazili-fetvalar/araf-suresi-54-ayete-gore-gece-mi-once-gelir-gunduz-mu.html
Hayır bozulmaz. Eğer namazın bir rekâtı kılınmışsa bunu tamamlamak gerekir.
Ebû Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Kim, güneş doğmadan önce sabah namazından bir rekâta yetişirse sabah namazına yetişmiş olur. Kim, güneş batmadan önce ikindi namazından bir rekâta yetişirse ikindi namazına yetişmiş olur.” (Buhari, Mevakıt, 28; Müslim, Mesacid, 163)
Namazın şartlarından biri, kılınacak olan namazın vaktinin girmesidir. Bir namaz, vaktinden önce veya sonra kılınamaz. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Namaz inananlara vakitleri belirlenmiş olarak farz kılınmıştır.” (Nisa, 4/103)
Sabah namazının vakti, ikinci fecrin doğuşu ile yani imsak vaktinin girmesi ile başlar. Bu zamandan önce sabah namazının kılınması mümkün değildir.
Sabah namazının vakti konusunda daha geniş bilgi için lütfen aşağıdaki linkte yer alan cevabı okuyunuz:
www.fetva.net/yazili-fetvalar/sabah-namazinin-vaktini-kurana-gore-aciklarmisiniz.html
Şu an ülkemizde bulunan takvimlerdeki imsak vakti, gerçek vaktinden önce gösterilmektedir. Bu farklılık, mevsimlere ve bölgelere göre de değişkenlikler göstermektedir.
Allah Teâlâ “Fecrin olduğu tarafta ak çizgi kara çizgiden size göre tam seçilinceye kadar yiyin, için” (Bakara, 2/187) buyurmuştur. Sabahleyin doğuda, aydınlığın ufuk çizgisi boyunca uzamaya başlaması ile imsak vakti girer. Bu saatte ufka bakan kişi ile ufuk arasındaki kara parçası siyah bir hat gibi olur. Gökyüzü aydınlanmaya başladığı için ufuk çizgisi net olarak gözükür. Oruç tutacak kişi bu saatten itibaren yemeyi içmeyi bırakmak zorundadır. Bu, sabah namazının da ilk vakittir. Şu an yaygın olan takvimlerdeki imsak vaktinde böyle bir aydınlanma oluşmamaktadır. Dolayısıyla bu vakitten önce sabah namazı kılınamaz.
Bulunduğunuz bölgenin imsak ve namaz vakitlerini imsakiye.suleymaniyetakvimi.com/ sitesinden öğrenebilir, aylık takviminizi oradan indirebilirsiniz. Bunun yanı sıra Google Play ve Apple Store’dan Süleymaniye Takvimi uygulamasını cep telefonu veya tabletinize indirerek ona göre hareket edebilirsiniz.
YAYIMLANDIĞI YER: Yahya Şenol, Ramazan ve Oruç, 3. Baskı, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2017, s. 111.
Bugünkü anlamda takvim çalışmaları Tanzimat’tan sonra yapılmıştır. Bir kısım aydınların batı hayranlığı namaz vakitleri konusunda da açık bir şekilde görülmektedir. Bu konuda kaynak kabul edilen Gazi Ahmet Muhtar Paşa bilgilerini, fıkıh kitaplarında yazılı tanımlara uygun olarak yapacağı gözlemlere dayandırma yerine Avrupalıların yaptıkları rasatlara dayandırmıştır. Fecr-i kazibin bir Zodyak ışını, yani burçlardan gelen bir ışın olduğunu belirtmiş, bu akşamleyin de görülebileceği için ayrıca şafak-ı kazib diye bir terim icad etmiştir. Islah-ı Takvim adlı eserinde belirttiğine göre ekvator kuşağı dışında fecr-i kazib yalnız Eylül, Ekim, Kasım aylarında görülebilmektedir. Riyaz’ül Muhtar adlı eserinde ise (s.320) fecr-i kazib’in görülemeyeceğini belirtmekte ve Dersaadet’te yani İstanbul’da fecr-i kazibin görülemeyeceğini burada görülen fecrin doğrudan doğruya fecr-i sadık olduğunu ayrıca ifade etmektedir. Paşa, bu açık ifadesine rağmen fecr-i kazib’in Zodyak ışınlarından (zıya-ı mıntaki) başka bir şey olmadığı hususunda şaşırtıcı bir ifade kullanmaktadır. Islah-ı Takvim adlı eserinin 68. sayfasında şunlar vardır: (Sadeleştirerek veriyoruz)
“Beynelmüslimin subh-i kazib denilen ziya-i mezkunun ziya-i mıntakiden başka bir şey olmadığını ilk defa Avrupa ulemasına haber veren hala İngiltere Hariciye Nezaretinde elsine-i şarkiye baş tercümanlığında müstahdem Redhouse nam zat olup muma ile vaktiyle İngiliz sefarethanesinde memur iken bir gün vakt-i seherde müezzin ile beraber Büyük dere Camii minaresine çıkarak muayene eylemiştir.”
“Müslümanların fecr-i kazib dediği ışığın Zodyak ışığından başka bir şey olmadığını ilk defa Avrupalı bilim adamlarına haber veren, bugün İngiltere Dışişleri Bakanlığında Doğu dilleri baş tercümanlığında çalışan Redhouse adındaki kişi olup bu şahıs vaktiyle İngiliz Büyükelçiliğinde memur iken bir gün seher vaktinde müezzin ile beraber İstanbul Boğazı’nda bulunan Büyük dere Camii minaresine çıkarak gözlemlemiştir.” (1)
Fıkıh kitaplarına göre fecr-i kazib dünyanın her yerinde ve yılın her mevsiminde görülür. Her sabah üç doğuş ve her akşam üç batış olur. Fecr-i kazibin doğuşu, fecr-i sadığın doğuşu ve beyaz şafağın batış. Diyanet işleri Başkanlığı ve Türkiye Gazetesi Takvimi uzmanlarıyla yaptığımız rasatlarda Türkiye’nin birçok yerinde bu üç doğuş ve batışı rahat bir şekilde tespit etmiş bulunuyoruz 1982 yılına kadar bu yanlış devam etmiş, Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu 21 Ocak 1982 günü aldığı bir kararla yanlışlığı kısmen düzeltmiştir.
İstanbul’da bulunana İslami İlimler Araştırma Vakfı, Diyanet İşleri Başkanlığı ve takvim çıkaran kuruluşlarla işbirliği yaparak konu ile ilgili bir çalışma başlatmıştı. Vakıf adına bu çalışmaları yürütme görevi bana verilmişti. Diyanet İşleri Başkanlığımızın konuya ciddiyetle eğilmesi sebebiyle bir hayli mesafe kat edilmişti. Fıkıh kitaplarındaki esaslara uygun bir çok gözlemler yapılmış olup kesin bir prensip konuncaya kadar gözlemlere devam edilmesine ve ondan sonra takvimlerde nihai düzenleme yapılmasına karar verilmiştir. Ancak yaptığımız bu çalışmalar bugüne kadar ne diyanet takvimine ne Türkiye Gazetesi takvimine ne de diğer takvimlere yansımamıştır.
İsteyen vatandaşlarımız oruçlarını Diyanet Takvimine göre başlatabilir ama sabah namazlarını gerçek imsak vaktinde kılmaları gerekir.
Bulunduğunuz yerin gerçek imsak vaktini aşağıdaki linkten öğrenebilir, oruç ve namazlarınızı ona göre ayarlayabilirsiniz:
www.suleymaniyevakfi.org/suleymaniye-vakfi-takvim/2203.html
Bakınız:
1- Ahmet Muhtar Paşa Islah’ut Takvim,İstanbul, s. 62-71; Ahmet Muhtar Paşa, Riyaz’ul Muhtar, İstanbul, s. 320. (Bu zatın adı geçen eserleri büyük yanlışlarla doludur. 30’ enleminden sonra görülmeyen Zodyak ışını nasıl oluyor da 41’ enleminde, rasat için hiç elverişli olmayan Büyük derede, caminin küçücük minaresinden görülüyor. Redhouse Müslüman olmadığına göre dini konularda onun görüşüne nasıl itibar edebiliriz? Ahmet Muhtar Paşa niçin lütfedip de İstanbul’da bir kez rasat yapmamıştır. Bu kitap bunun gibi birçok yanlışlarla dolu olmasına rağmen maalesef 1982’ye kadar uygulanan takvimlerin kaynağı olmuştur. Diyanet İşleri Başkanlığı 1982’te konu ile ilgili kısmi bir iyileştirme yapmıştır)