Peygamber efendimizin uygulamasında bu iki durumun (unutmak-uykuya dalmak) dışında, bir de Hendek Savaşında düşmanın fırsat vermemesi sebebiyle namazın kazaya kalması vardır. Hanbelî mezhebi bu üç durum dışında kazayı kabul etmez. Şafiî, Malikî ve Hanefî mezhepleri ise yukarıdaki olaylara kıyasla vaktinde kılınamayan her namazın kaza edileceği görüşüne varmışlardır. Fakat deliller Hanbeli mezhebini desteklemektedir.
Kaza Namazı
Hanefi mezhebine göre sünnetler terk edilerek kaza namazı kılınmaz. Bu konuda Ömer Nasuhi Bilmen’in Büyük İslam İlmihali‘nde şu yazılıdır:
“Kaza namazları ile uğraşmak, nafile namazları ile uğraşmaktan daha iyi ve daha önemlidir. Fakat farz namazların müekked olsun olmasın, sünnetleri bundan müstesnadır. Bu sünnetleri terk ederek bunların yerine kazaya niyet edilmesi daha iyi değildir. Bu sünnetlere niyet edilmesi evladır. Hatta kuşluk ve tesbih namazları gibi, haklarında nakil bulunan nafile namazlar da böyledir. Bunlara da böyle nafile olarak niyet etmek evladır. Çünkü bu sünnetler, farz namazları tamamlar, bunların yerine getirilmesi mümkün değildir. Kaza namazlarının ise, muayyen vakitleri olmadığı için onların her zaman yerine getirilmesi mümkündür.
Bununla beraber namazları kazaya bırakmak günahtır. Bu günahdan mümkün olduğu kadar kurtulmak için sünnetleri feda etmek uygun olmaz. Böyle bir günahı işleyen kimsenin fazla ibadet ederek Allah’ın bağışlamasına sığınması gerekirken, hakkında Peygamber şefaatinin tecelli etmesine vesile olacak bir takım sünnet ve nafileleri terk etmek nasıl uygun olabilir? Hem bir kısım vakit namazlarını kazaya bırakmak, hem de diğer bir kısım vakit namazlarını, kendilerini tamamlayan sünnetlerden ayırmak iki kat kusur olmaz mı? Buna aykırı olan bazı nakiller geçerli değildir. Bunlar kabul edilen fetvaya aykırıdır. Hem sünnetleri, hem de kaza namazlarını kılmaya elverişli vakit bulamadıklarını iddia edenler bulunursa bunlar insaflı bir iddiada bulunmuş sayılmazlar. Boş yere en kıymetli zamanlarını harcayan insanlar, bilmem böyle bir iddiaya nasıl kalkışabilir?”
İşin aslına gelince: Kur’an ve sünnette namazın kazası diye bir şey yoktur. Sadece uyuyan ve unutan kimseler uyandıklarında / hatırladıklarında namazlarını vakitleri dışında kılabilirler. Bu, onlar için bir kaza değil; eda olur. Nitekim Peygamber Efendimiz de bir defasında uyanamadıkları için sabah namazını ((Buhari, Mevâkîtu’s-Salât, 35; Müslim, Mesâcid, 310-313; Nesâî, Mevâkît, 55; Ahmed b. Hanbel, 2/428, 4/441.)) , bir defasında da (Hendek Savaşı’nda) unuttukları için ikindi namazını ((Buhari, Mevâkîtu’s-Salât, 36, 38, Ezan, 26, Salâtü’l-Havf, 4, Megâzî, 29.)) kılamamışlardı. Bunun dışında kalan kimselerin gerek keyfi olarak gerekse gevşeklikten, tembellikten dolayı namazları vakit dışında kılmaları diye bir şey söz konusu değildir. Bunlar büyük bir günah işlemişlerdir. Tek yapacakları şey derhal tevbe- istiğfar etmek ve bir daha asla namaz kaçırmamaktır. Zaten Peygamberimiz de uyuya kalıp kılamadıkları sabah namazından sonra yaptığı şu açıklamada keyfi olarak kılınmayan namazların kazasından bahsetmemiştir:
“Dikkat edin! Sizin için, bende bir örnek vardır.” (Sonra şöyle devam etti) “Dikkat edin! Uyku sebebi ile namaz kaçırmakta bir taksir yoktur. Taksir ancak başka namazın vakti gelinceye kadar namazını kılmayan kimsede vardır. Binaenaleyh bu uyuyup kalma işini kim yaparsa uyandığı zaman, o namazı kılıversin! Ama ertesi gün, o namazı her zamanki vaktinde kılsın!…” ((Müslim, Mesâcid, 311 (681).))
Nebîmiz şöyle buyurmuştur:
“Kim bir namazı unutur veya uyuya kalırsa onun kefareti, hatırladığı zaman kılmasıdır.” (Müslim, Mesâcid, 315)
Sizin bahsettiğiniz husus bu hadis kapsamına girmez. “Ne zaman uyanırsam o zaman kılarım” diyerek namaz vaktini uykuyla geçiren kişi namazı kasten terk etmiş olur.
Bir müslümanın namaz kılmaması diye bir şey olamaz. Namazın kazaya bırakılması da yoktur. Öğle ile ikindiyi, öğle paydosunda 4+4 olmak üzere sekiz rekat kılarsınız -ki bu en fazla 10 dakikanızı alır. Akşamı da yatsıyla birlikte evde kılarsınız. Bununla ilgili detaylı bilgileri öğrenmek isterseniz sitemizin ARAŞTIRMALAR bölümünde bulunan NAMAZLARIN BİRLEŞTİRİLMESİ başlıklı yazıyı okuyabilirsiniz:
www.suleymaniyevakfi.org/fikih-arastirmalari/namazlarin-birlestirilmesi.html
Abdest alırken çoraplarınıza mesh verebilirsiniz. Başınızı başörtüsünün üstünden de mesh edebilirsiniz. Bunlar, sizin abdest almanızı ve namaz kılmanızı kolaylaştırır. Çok zor durumda kalırsanız Bakara suresinin 239. ayetine göre yürüyerek veya oturarak bile namaz kılabilirsiniz. Ama hiçbir halde namazlarınızı kazaya bırakamazsınız.
Namaz Allah’ın kesin emri ve müslümanların temel dini görevlerindendir. Her müslümanın onu zamanında ve şartlarına uygun olarak güzelce kılması gerekir. Farz bir namaz, işin aksaması sebebiyle kazaya bırakılamaz. Cephede savaşan müslüman askerler, çatışma zamanına denk gelse dahi namazlarını kazaya bırakamazlar. Çünkü Kur’an ve sünnette namazın kazası diye bir şey yoktur. Sadece uyuyan, bayılan ve unutan kimseler uyandığında / ayıldığında / hatırladığında namazlarını vakitleri dışında kılabilirler. Bu, onlar için bir kaza değil; eda olur. Bunun dışında kalan kimselerin gerek keyfi olarak gerekse gevşeklikten, tembellikten dolayı namazları vakit dışında kılmaları diye bir şey söz konusu değildir.
İş yerinde namaz kılmak için ne gerekiyorsa onu yapın; sadece farzı kılın, yeter. Namaz kıldığınız takdirde işinizi kaybetmekten korkuyorsanız Bakara suresinin 239. ayetine göre yürüyerek veya oturarak da kılabilirsiniz. Ama hiçbir halde kazaya bırakamazsınız.
Allah Teâlâ Kur’an’da hasta ve yolcular için Ramazan orucunu tutmama ruhsatı vermiş, ancak tutmalarının kendileri için daha hayırlı olacağını da haber vermiştir. (Bakara, 2/184)
Namaz ve oruç ibadeti birbirine kıyaslanabilecek benzer özellikler taşımamaktadır. Çünkü namaz emri ne hastalık ne yolculuk ne savaş ne de bir başka mazeret durumunda düşmemektedir. Orucun kazası kasten terk edildiğinde değil, hastalık ve yolculuk sebebiyle ruhsata binaen tutulmadığında söz konusudur. Kasten terk edilen, ruhsata binaen terk edilene kıyaslanamaz.
Ayrıca fıkıhta “ibadetlerde kıyas olmaz” kuralı geçerlidir. Bir yandan ibadetlerde kıyasın cari olmadığını söyleyip diğer yandan namazı oruca kıyas ederek bir hüküm koymak bir çelişkidir.
Burada çocuğun ihtilam olması, büluğa ermesi anlamındadır. Büluğdan itibaren namaz kılması farz olduğu için önce kıldığı namazla bu farzın yerine gelmiş sayılmayacağı düşünülmüş ve böyle bir fetva verilmiştir.
Dinden çıkan kişinin yaptığı ibadetlerse yok olur gider. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Kim imanını göz ardı ederse yaptıkları boşa gider.” (Maide, 5/5)
“(Ya Muhammed,) Sana da, senden önceki elçilere de şu, kesin olarak bildirilmiştir: “Eğer şirke düşersen yaptığın yanar gider ve sen kaybedenlerden olursun. Hayır; yalnız Allah‘a kulluk et ve şükredenlerden ol.” (Zümer 39/65-66)
“Ayetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalan sayan kimselerin işleri boşa gitmiştir. Onlar işlediklerinin karşılığından başka bir şeyle mi cezalanırlar?” (A’raf, 7/147)
Dolayısıyla bir vakit namazı kılıp dinden dönen ve aynı namaz vakti içinde tekrar müslüman olan kişinin önceki namazı yok hükmüne geçtiği için namazı tekrar kılması gerektiğine fetva verilmiştir.
Şu âyetlere göre bu şahıs tevbe etmekle hem o günahtan kurtulur hem de günahı sevabı çevrilir:
“Aşırı giderek kendini tüketen kullarıma de ki; Allah’ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin. Allah bütün günahları bağışlar. Onun bağışlaması çok, ikramı boldur. Siz Rabbinize yönelin; azap gelmeden önce ona teslim olun; sonra yardım görmezsiniz.” (Zümer 39/53-54)
“Rahman’ın kulları… Allah ile beraber başka bir tanrıyı yardıma çağırmazlar. Haklı bir sebep yoksa Allahın dokunulmaz kıldığı canı öldürmezler; zina etmezler. Kim bunları yaparsa günaha girer.
Kıyamet günü onun azâbı katlanır ve orada itibarsız olarak temelli kalır.
Ancak tevbe eden, inanan ve iyi iş yapan başka. Allah onların kötülüklerini iyiliğe çevirir. Allah bağışlar, ikram eder.” (Furkan 25/68-70)
Uyuyakalanların ve unutanların vakti çıkmış dahi olsa namazlarını uyandıklarında ve hatırladıklarında kılmalarına dair emir Kur’an’ın gereğidir. Çünkü unuttuklarımızdan ve hatalarımızdan Allah bizleri sorumlu tutmayacaktır. (Bakara, 2/286) Bu haller, kulun gücünün yetmeyeceği hallerdir. Allah kullarını güçlerinin yetmediği şeyden sorumlu tutmaz.
Vakitle mukayyet olduğu Kuran’la sabit olan namaz, (“Namaz inananlara vakitleri belirlenmiş olarak farz kılınmıştır.” Nisa, 4/103) bu belirli vakitler dışında kılınamaz. Bu sebeple Allah Teâlâ, yolculukta bir düşmanla karşılaşan Müslümanların, namazlarını bir rekâta indirebileceklerini Nisa 102. âyette bildirdikten sonra Nisa 103’te bunun sebebi olarak yukarıdaki hükmü zikretmiştir. Kuran’da belirtilen ve Resulullahın sözleriyle teyit edilen mazeret durumları istisna edilmiştir. İstisnai olan bir hüküm kıyası kabul edenlerin kıyas nazariyesine göre bir başka hükme “asıl” olamaz. Mazeret kapsamına girdikleri için vakit şartı düşürülen ve vakti dışında kılmalarına rağmen bu kişilerin mazeretlerinden dolayı sanki vaktinde eda etmiş gibi kabul edildiklerine dair bir hüküm namazı kasten terk edenler için nasıl evleviyetle geçerli olabilir? Bu kişiler vakti dışında kıldıklarında namazlarını kaza değil eda etmiş oluyorlar. Eda edenlerin durumu kaza için asıl olamaz.
Kaza namazı ile ilgili ayrıntılı bilgi için lütfen aşağıdaki programı izleyin:
Kuran’da namazın vakitle sınırlandırılmış olması (“Namaz inananlara vakitleri belirlenmiş olarak farz kılınmıştır.” Nisa, 4/103), kazanın edayı âmir olan bir delilin gereği olmasına manidir. Bu durumda namazın muvakkat olma (vakitle sınırlı olma) özelliği kaldırılmış olur.
Nisa suresinin 101, 102 ve 103. ayetleri dikkatli bir şekilde okunduğunda Allah Teâlâ’nın savaş esnasında 1 rekât da olsa kılınarak asla namazın terkine müsaade etmediği görülür. Bunun sebebi ise yukarıda da belirtildiği gibi namazın vakitle sınırlı bir ibadet olmasıdır (Nisa, 4/103). Demek ki uyuma ve unutma hali dışında insanın başının en sıkışık olacağı savaş esnasında bile vakti dışında kılınmasına izin verilmeyen namaz, mazeretsiz yere terk edildiğinde kaza edilemez.