Tag: islam
Bu konuda, İslam Muhakeme Hukuku adlı kitabımızın 153-154. sayfalarında şu ifadeler yer almaktadır:
Fasık bir kişinin şahitliği kabul edilmez. Davranışlarında dinin koyduğu sınırları aşan bir müslümana fasık isim verilmiştir. Çünkü haram olduğuna inandığı halde dinini bir yasağını işlemekten kaçınmayan, haram olduğuna inandığı halde yalancı şahitlikten de sakınmayabilir. Allah Teâlâ, fasık bir kişinin verdiği haberin hemen kabul edilmemesini emretmiş ve şöyle buyurmuştur:
«Ey iman edenler! Bir fasık size bir haber getirirse onun iç yüzünü araştırın; yoksa bilmeden bir gruba fenalık edersiniz de sonra ettiğinize pişman olursunuz». (Hucurât, 49/6)
Böyle bir kişinin haberinin hemen kabul edilmemesinin emredilmesi, onun şahitliğini kabul etmeye engeldir. Haberin iç yüzünün araştırılmasının istenmesi, sözüne güvenilemeyeceğini göstermektedir. Bu konuda bütün mezhepler ittifak halindedirler.
Fasık oldukları için, bir hâkim tarafından şehadetleri reddolunan kişiler, o konuda başka hâkim huzurunda şahitlikte bulunamazlar. İkinci hâkim bunların şahitliklerini kabul edip hüküm verse hükmü geçerli olmaz. Ve bir hâkim, fasıklıklarından dolayı reddettiği şahitleri aynı konuda tekrar dinleyemez
Hangi davranışların kişiyi fasık yapacağı hususu münakaşalıdır. Kaynaklar konuya geniş yer vermişlerdir. Bu cümleden olarak rakkas (dansçı) ve maskara gibi namus ve haysiyeti zedeleyen davranışlara alışmış olanlar, oyun ve eğlence ile vakit geçirenler yahut oyuna dalıp namazlarını kazaya bırakanlar, kadınlaşan erkekler (muhannes, eşcinsel), içkiye alışmış olanlar ve faiz yiyenlerle, umumi ahlaka aykırı davranışlarda bulunanların şahitlikleri kabul edilmez.
Bu gibi kişiler tevbe edip durumlarını düzelttikleri taktirde şahitlikleri kabul edilir. Ancak yalancılıkla tanınıp şöhret bulmuş bir kimse tevbe etse dahi şahitliği hiçbir zaman kabul edilmez. Çünkü bu kişinin tevbesinde samimi olup-olmadığı bilinemez.
Ebu Yusuf’a göre, fasık bir kişi insanlar arasında nüfuz sahibi ve haysiyetli biri ise şahitliği kabul edilir. Çünkü yaptığı şahitlikte yalan şüphesi olmaz. İtibarlı bir kişi olduğu için, hiç kimse ona ücretle şahitlik yaptırmaya cesaret edemez. Haysiyetinden dolayı da hiçbir menfaat beklemeden yalan söylemekten sakınır. Ebu Yusuf’un bu görüşü taraftar bulamamıştır. (Abdulaziz Bayındır, İslam Muhakeme Hukuku-Osmanlı Devri Uygulaması, İSAV Yay., İstanbul, 1986. s: 153-154)
Biz müslümanlar öldükten sonra dirileceğimize, dünyada yaptıklarımızdan dolayı hesaba çekileceğimize ve mümin olarak iyi işler yapmışsak cennete, günahkâr olmuşsak cehenneme gideceğimize inanıyoruz. İnanmış olan kişiler cezalarını çektikten sonra cehennemden çıkarak cennete gireceklerdir. Allah Teala dilerse günahkârları affederek hiç cehenneme sokmayabilir. Fakat inançsızlar daima cehennemde kalacak ve ceza göreceklerdir.
Burada bahsettiğimiz iman, ibadet ve güzel işler vs. hep bu dünyada yapılan şeylerdir. Cennete gidenler dünyada yaptıkları bu güzel işlerden dolayı ödüllendirilmiş olacaklardır.
İnançsızlık, haksızlık, zulüm ve günahkârlık da bu dünyada insanların yaptıkları kötü işlerdir. Böyle kişiler de cehennemde cezalandırılacaklardır. Bu, aynen tarlasını zamanında eken, bakımını yapan ve mahsulünü zamanında kaldırarak pazara süren ve yemesi için yeteri kadarını ayıran kişinin kışın rahat etmesine benzer. Tarlasını ekip biçmeyen ve kışa hazırlık yapmayan kişiler de aç kalacaklardır.
Durum bu şekilde değerlendirilirse, dünyanın niçin ahiretin tarlası olduğu anlaşılır.