Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Tag: Âl-i İmran suresi 81. ayet

Ahzâb 7. ayette isimleri geçen nebîlerden hangi konuda söz alınmıştır?

Ahzâb sûresinin 7. ayetinde nebîlerden hangi konuda ağır bir misak/söz alındığına dair doğrudan bir ifade yoktur. Ancak ağır sözün Muhammed (s.a.v.)’den de alındığı göz önünde bulundurulursa ayette kastedilen misakın, Âl-i İmrân 81. ayette geçen, “eldeki kitabı tasdik eden bir resûl geldiğinde ona inanıp yardım etmeye dair misak” olmadığını söyleyebiliriz. Çünkü Muhammed (s.a.v.) son nebîdir; ona ve ona indirilene iman eden için artık, elindeki kitabı tasdik eden bir resûle iman etme yükümlülüğü yoktur. Nitekim Bakara sûresinin 282. ayetinde, öncekilere yüklenen bu yükün (ısr) bizden kaldırıldığı anlaşılmaktadır. Aynı şekilde A’râf 157. ayette de Resûlullah’ın, Ehl-i Kitap’tan “ısr” yükümlülüğünü kaldırdığı bildirilmektedir. O halde bu ayette alınan kuvvetli misak, o dahil tüm nebîlerden alınan bir misak olmalıdır. Ahzâb sûresinin 8. ayeti bu misakın ne olduğu hususunda önemli bir ipucu vermektedir. O ayette, kendilerinden misak alınanlara bu misakın gereğini yapıp yapmadıklarına dair Allah’ın hesap soracağı haber verilmektedir. Bu, nebîlerden, kendilerine indirileni insanlara tebliğ etme konusunda alınan söz olmalıdır. Şöyle ki:

Nebîler, kendilerine indirileni resûl vasfıyla insanlara eksiksiz bir şekilde tebliğ etmekle yükümlüdürler. Resûllere düşenin, Allah tarafından kendilerine indirileni tebliğ olduğuna dair pek çok ayet vardır. Resûlullâh özelinde bu emir şöyle verilmiştir:

“Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer yapmazsan O’nun elçiliğini yapmamış olursun.” (Mâide, 5/67)

Nebîlerden, bu görevi yaparken, olanı olduğu gibi tebliğ etmeleri istenmiş, aksi takdirde bunun cezasının çok ağır olacağı Kur’an’da açık ifadelerle belirtilmiştir. Resûlullâh’ın olanı olduğu gibi tebliğ etme yükümlülüğü hususunda Hâkka sûresinin 44 vd. ayetleri ile İsrâ sûresinin 73 vd. ayetleri de oldukça önemlidir.

Mehdi ile ilgili olarak sitemizde bulunan cevaplarımıza ise aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz:

Mehdi gelecek mi?

İslam’da mehdi inancı hakkında bilgi verir misiniz? Mehdi gelecek mi?

Ölüler kabirlerinde kendilerini ziyarete gelecek olanları beklerler mi?

Âl-i İmrân sûresi 81. ayeti nasıl anlamamız gerekiyor?

Sorunuzla ilgili olarak aşağıda bulunan yazıyı okumanızı tavsiye ederiz. Zira bu yazı, sorunuza ayrıntılı şekilde bir cevap niteliğini taşımaktadır:

“Tüm nebîler, önceki ilâhî Kitapları tasdik edici olarak gelir. Bu, onların nebî olduğunun da bir tür belgesidir. Şu ayet bu açıdan önemlidir:

“Allah nebîlerden söz aldığı gün onlara, ‘Size bir Kitap ve hikmet veririm de elinizde olanı tasdik eden bir elçi gelirse ona kesinlikle inanacaksınız ve destek vereceksiniz.’ demişti. (Âl-i İmrân, 3/81)

Yukarıdaki ayette, nebîlerden alındığı söylenen misak/söz, onlar aracılığıyla ümmetlerinden alınan sözdür. İnsanlar bu sözü, ellerindeki Kitab’a iman etmekle vermiş olurlar. Bu söz, ilâhî bir kitaba bağlı olup bir nebî beklentisi içinde bulunanlara, ellerindeki kitabı tasdik eden bir nebî geldiğinde, ona inanıp destek olma sorumluluğu yükler. Bu sorumluluktan dolayı Ehl-i Kitab’a, ilk inkar edenlerin kendileri olmaması öğütlenmiştir. (Bakara 2/41) Yine bundan dolayı, ellerindeki Kitab’ı tasdik eden bir resûle inanırlarsa kendilerine iki kat ecir verileceği bildirilmektedir. (Kasas 28/54) Bu sorumluluk, Kur’ân’a hâlâ inanmamış olan tüm Ehl-i Kitap için geçerlidir. Ayette resûl kelimesinin geçmesinin bu yönüyle önemi olmalıdır. Çünkü insanlar, ellerindeki ilâhî bir Kitab’a iman etmekle vermiş oldukları sözü, bir nebînin yanı sıra Allah’ın Kitabı’nı tebliğ eden bir resûle inanarak da yerine getirebilirler.

Resûlullah’ın çağdaşı ve muhatapları olmayanlar için, ellerindeki kitabı tasdik eden resûl, Kur’ân’ı tebliğ eden kişilerdir. Bu, nihayetinde tasdik edenin Kur’ân olması anlamına gelir. Gerçekten de kendisine kitap verilen nebî, resûl vasfıyla kitabı tebliğ ettiği için musaddik olan hem resûl hem de kitaptır. Şu iki ayet bunu göstermektedir:

“Günü geldi, Allah katından onlara, ellerinde olanı doğru sayan bir kitap ulaştı. Daha önce onun, inanmayanlara karşı önlerini açacağını umuyorlardı. Ne zaman ki o geleceğini önceden bildikleri Kur’ân onlara ulaştı, onu görmezlikten geldiler. Allah’ın laneti o kâfirler üzerinedir.” (Bakara 2/89)

“Ne zaman Allah katından, ellerinde olanı doğrulayan bir elçi gelse kendilerine Kitap verilenlerden bir grubu tutar, Allah’ın kitabını sırtlarının gerisine atarlar. Sanki bunu bilmiyorlarmış gibi yaparlar.” (Bakara 2/101)

Yukarıdaki iki ayet birlikte düşünüldüğünde, kitap ve resûl kelimelerinin aynı anlama geldiği görülür. Çünkü insanlara “ellerinde olanı doğrulayan bir elçinin gelmesi”, ancak Kitap’la olur. Elçiler, kitabı tebliğ ettiğine göre,[1] onların gelmesi, kitabın yani risâletin gelmesi anlamına gelir. Yukarıda, 89. ayette, Ehl-i Kitab’ın bir nebî beklentisi içinde olduğu, o nebînin gelmesi ile kafirlere karşı bir güç kazanacaklarını umdukları, nitekim bekledikleri nebî geldiğinde, onun beklenen nebî olduğunu anlamalarına rağmen inkar ettikleri bildirilmektedir. Ehl-i Kitab’ın, Resûlullah’ın beklenen nebî olduğunu anlamaları, Kur’ân’ın ellerindeki kitabı tasdik etmesi ile mümkün olmuştur. Nitekim Resûlullah’tan mucize isteyenlere, Kur’ân’ın, ellerindeki kitaplar’ı tasdik eden ayetleri ihtiva etmesinin, onlar için yeter bir delil olduğu hatırlatılarak şöyle cevap verilmiştir:

“Sana indirdiğimiz kitaptan kendilerine okudukların, onlar için yeter delil değil mi?” (Ankebût 29/51)

Tasdik, külli olmayabilir. İlahi kitaplar, kendilerinden önceki kitapların bir kısmını daha hayırlısıyla nesh edebilir. İsâ (a.s.), Tevrat’ı tasdik edici olarak gelmesinin yanı sıra haram kılınan bazı şeyleri de helal kılmak için geldiğini söylemiştir:

“Ben, önümdeki Tevrat‘ı tasdik eden ve size haram edilmiş bazı şeyleri helâl etmek için gelen bir elçiyim. Size Rabbinizin bir belgesini de getirdim, Allah’tan korkun ve bana itaat edin.” (Âl-i İmrân 3/50)

Kur’ân’ın önceki ilâhî kitapları tasdiki, o kitaplarda bulunan ve Kur’ân’ın da misliyle nesh ettiği ayetler için geçerlidir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Kendinde olanla öncekileri onaylayan ve koruma altına alan bu kitabı, sana hak olarak indirdik. O halde aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet. Sana gelen doğruları bırakıp onların arzularına uyma.” (Mâide 5/48)

Yukarıdaki âyette geçen Kitab kelimesinin iki defa tekrarlanmış olması, bunu gösterir. Yani Kur’ân, kendisinde olan âyetler nisbetinde önceki kitapları tasdik etmiş olur. Ayrıca âyette geçen “müheymin” kelimesi de bunu desteklemektedir. Kur’ân’ın önceki kitaplar üzerinde müheymin olması, o kitaplardakilerin Allah’ın âyetleri olup olmaması konusunda son söz sahibi olması anlamındadır.[2] Kur’ân’ı kabul etmek, tüm ilâhî kitapları kabul etmek anlamına gelir. Tüm nebî ve kitaplara iman etmek de ancak böyle mümkün olur.

Sonuç olarak Kur’ân, önceki kitapları büyük oranda tasdik etmiştir. Bu, misliyle nesihtir. Önceki kitaplardaki bir kısım hükümleri de daha hayırlısı ile neshetmiştir. Ayrıca Kur’ân, önceki kitaplarda gizlenen veya üzerinde ihtilaf edilen konuları da tebyin etmiştir.”

KAYNAK: Fatih Orum, Kur’an ve Sünnet Temelinde Kur’ân’ı Anlama Usûlü, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2013, s: 137-140.

 


[1]           Mâide 5/67, 92; Nahl 16/35, 82; A’râf 7/62, 68, 79, 93; Hûd 11/57; Ahkâf 46/23; Ahzâb 33/39.

[2]           Zemahşerî, el-Keşşâf, II, 246.