Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Cenaze

Kaybettiğimiz yakınlarımızın ardından üzülmek, ağlamak ne kadar caiz?

Başınıza gelen, Allah Teala’nın bu dünya için koyduğu imtihan kuralı gereğidir.  O şöyle buyurmuştur:

“Sizi biraz korku, biraz açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile yıpratıcı bir imtihandan geçireceğiz; bundan kaçış olmaz. Sen sabır gösterenlere müjde ver. Onlar, başlarına bir sıkıntı gelince şöyle derler: “Biz, Allah’a aidiz. Zaten, ona döneceğiz”.  Onların üzerinde Rablerinin verdiği olgunluklar ve bereket bulunur. Yola gelenler işte onlardır.” (Bakara 2/155-157)

Peygamberimizin de şöyle dediği rivayet edilmiştir:

“Şu iman ehlinin işine şaşmamak mümkün değil; bütün işleri hayırlı – bu da yalnız mü’mine mahsustur-, başına sevinecek bir iş gelse şükreder ve hakkında hayır olur; başına bir zarar gelse sabreder bu da onun için hayır olur.” (Müslim, Zühd,  64)

Başa gelen bu gibi musibetlerden sonra Allah’a isyan etmemek ve O’nun emrine teslim olmak kaydıyla üzülmekte, ağlamakta bir sakınca yoktur. Nitekim Peygamberimiz sallalahu aleyhi ve sellemin kendi çocukları ve torunlarının ölümü üzerinde ağladığı rivayet edilmiştir.

Enes b. Malik radıyallahu anhtan:  Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Bu gece bir oğlum oldu. Ona babam İbrahim’in ismini verdim.” buyurdu. (Daha sonra Enes) hadisi (n geri kalan kısmını da) riva­yet etti. (Enes, devamla şöyle) dedi: “Ben (bir süre sonra) o çocuğu Resûlullah’ın huzurunda can verirken gördüm. (O sırada) Resûlullah’ın gözlerinden yaşlar boşandı da (şöyle) buyurdu:

“Göz yaşarır, kalp üzülür, fakat biz Rabbimizin razı olacağı söz­lerden başkasını söylemeyiz. Ey İbrahim biz senin (ölümün)le gerçek­ten üzgünüz.” (Buhari, Cenaiz, 43; Müslim, Fedail, 62; Ebû Dâvûd, Cenâiz, 23-24; İbn Mâce, Cenâiz, 53)

Yine Enes b. Malik radıyallahu anhtan: Bizler Resûlullah’­ın bir kızının (Ümmü Gülsüm’ün) cenazesinde hazır bulunduk. Resûlullah kabrin bir tarafına oturmuştu. Ben Resûlullah’ın iki gözünün yaş akıtmakta olduğunu gördüm….” (Buhari, Cenâiz, 32).

Üsâme b. Zeyd radıyallahu anhtan: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin kızı (Zeynep) Peygambere: Oğlum (başka bir rivayete göre ise: “kızım”) ölüyor, bana geliniz, diye haber gönderdi. Hz. Peygamber de kızına selâm yollayarak:

“Allah’ın aldığı ve verdiği her şey Allah’a aittir. Her şey Allah katında belirlenmiş bir müddet, bir ömür iledir. Binâenaleyh ey kızım, sabr et ve bu sabrın Allah yanında sevabı olduğunu hatırla” diye cevap yolladı.

Bu defa Zeynep, Peygambere yemin vererek: “Muhakkak gelin”, diye haber gönderdi.

Bu haber üzerine Peygamber kalktı. Beraberinde sahabeden Sa’d b. Ubâde, Muâz b. Cebel, Übeyy b. Ka’b, Zeyd b. Sabit ve bir takım insanlar olduğu halde Zeynep’in evine geldi. Çocuk Resûlullah’ın ku­cağına verildi. Çocuğun canı gidip gelmekte ve hareket hâlinde idi. Resûlullah’ın gözlerinden yaşlar boşandı. Sa’d b. Ubâde:

“Yâ Resûlallah, bu yaş, bu ağlayış nedir?” diye sordu. Resûlullah da şöyle cevap verdi:

“Bu gözyaşı, bir rahmettir ki, Allah onu kullarının gönülleri içine koymuştur. Allah ancak kullarından merhametli olanlara mer­hamet ihsan eder.” (Buhârî, Cenaiz 32, 43, Merzâ, 9, Eymân, 9, Tevhid, 2; Müslim Cenaiz, 11; Ebu Davud, Cenaiz, 23-24; Nesâî, Cenaiz, 13, 22; İbn Mace, Cenaiz 53; Ahmed b. Hanbel 1/268, 273)

Cenaze defnedildikten sonra imamın telkin yapması gerekir mi?

Bunun doğruluk payı yoktur. Mezarın başından son olarak imamın ayrılması, halk arasında “talkın” olarak da bilinen ve hiçbir dayanağı olmayan son işlemden dolayıdır.

Burada bir takım dini bilgiler, ölüye aşılanmaya çalışılır.  Ama telkin, ölülere değil, dirilere ve ölmek üzere olanlara yapılır. Ebû Sa’îd el-Hudrî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Ölmek üzere olanlarınıza Lâ ilâhe illallah demeyi telkin ediniz!” (Müslim, Cenâiz 1, 2)

Cenaze defnedildikten sonra kabri başında ne yapılması gerektiği ile alakalı olarak peygamberimizden nakledilen bir hadis şöyledir:

Ebû Amr Osman İbni Affân radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir ölü defnedildikten sonra kabri başında durdu ve şöyle buyurdu:

Kardeşinizin bağışlanmasını isteyiniz ve Allah’tan ona başarılar dileyiniz. Çünkü o şu anda sorgulanmaktadır.” (Ebû Dâvûd, Cenâiz 69)

Cenaze evinde yemek yemek günah mıdır?

Dinimizde cenaze evine taziye için giden akraba, komşu veya dostların orada yemek yemeleri değil, beraberlerinde yemek götürmeleri tavsiye edilmiştir. Peygamberimizden nakledilen bir rivayet şöyledir:

Abdullah b. Cafer’den… Demiştir ki: Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Cafer’in ev halkına yemek hazırlayınız. Çünkü onların başına kendilerini meşgul eden bir iş gelmiştir.” (Ebu Davud, Cenâiz, 25-26; Tirmizî, Cenaiz 21; İbn Mace, Cenaiz 59; Ahmed b. Hanbel, 6/380)

Bu hadis sebebiyle cenaze sahiplerinin kendilerine taziye için gelen misafirlerine yemek hazırlaması mekruh kabul edilmiştir. Hatta Cerir b. Abdullah el-Becelî radıyallahu anh tarafından söylenen “Biz ölünün ailesi yanında toplanmayı ve onların yemek hazırlamasını onun üzerine feryad-ü figan ederek ağlamaya denk (bir günah) olarak görürdük.” (İbn Mace, Cenâiz, 60) rivayeti de dikkate şayandır. Fakat uzaktan gelip de geceyi ölü evinde geçirmek mecburiyetinde kalan kimselere, ölünün ev halkı tarafından yemek hazırlanması bazı ulema tarafından caiz görülmüştür ki bizce de bu doğrudur.

Bununla ilgili görüntülü cevabımızı aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/cenaze-evinde-uc-gun-yemek-icmek-haramdir-deniyor-dogru-mu.html

İslam’da ceset yakmanın hükmü nedir?

Dinimize göre cenazelerin yıkanıp kefenlenmesi ve toprağa gömülmesi gerekir. “Kur’ân-ı Kerim’de bu işlemin insanoğluna Allah tarafından öğ­retildiği, kardeşinin cesedini ne yapaca­ğını, bir karga­nın hareketlerinden öğrenen Hz. Âdem’in oğlunun, “Yazıklar olsun bana, şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini göm­mekten de mi aciz kaldım!” dediği an­latılır. (Maide, 5/31) Başka ayetlerde de ölünün gömülmesi gereğine dolaylı olarak işaret edilmiştir (Tâhâ 20/ 55, Mürselât 77/25-26; Abese 80/21-22) Ölünün toprağa tevdi edilmesi çevre temizliği, sağlık, insanın saygınlığının ko­runması ve ölümü hatırlatma türünden birçok hikmetler taşımaktadır.” (Mustafa Uzunpostalcı, “Defin”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c: 9, s: 86)

Bunun yanı sıra insan cesedi ile ilgili olarak Nebimizin şöyle dediği rivayet edilmiştir:

“Ölünün kemiğini kırmak, onu diri iken kırmak gibidir.” (Muvatta, Cenâiz 15; Ebu Davud, Cenâiz 58-60; İbn Mâce, Cenâiz, 63)

Yani diri iken bir kimsenin kemiğini kırmak nasıl caiz değilse ölünün kemiğini kırmak da caiz değildir. Cesedi yakmak da bu kapsamda değerlendirilebilir.

Niçin bazı insanların cesetleri çürümüyor?

Allah Teala şöyle buyuruyor:

“Sizi topraktan yarattık, yine ona döndüreceğiz ve sizi bir kere daha topraktan çıkaracağız.” (Tâhâ, 20/55)

Ayete göre bütün insanlar eninde sonunda toprak olacaklardır. Cesedin çürümesi, çeşitli fiziki şartlara bağlıdır. Yeniden yaratılışa kadar çürüyüp toprak olma işlemi tamamlanacaktır. Cesedin çürümesi ile kişinin iyiliği veya kötülüğü arasında bağlantı yoktur. Nitekim firavunların cesetleri mumyalandığı için çürümemiştir. Ama kıyamet öncesi şartlar gerçekleşince onlar da çürüyeceklerdir.

Kadınlar cenaze namazı kılarlar mı?

Kadınlar cenaze namazı kılabilirler. Kılmamaları gerektiğine dair herhangi bir delil bulunmamaktadır. Aksine, kıldıklarına dair deliller bulunmaktadır. Siyer kaynaklarında kadınların, Nebimizin cenaze namazını kıldıkları belirtilmektedir.

Fıkıh kitaplarında da kadınların cenaze namazını kılabilecekleri belirtilmiş ve bu görüş üzerine hükümler bina edilmiştir. Buna göre kadınlar cenaze namazını erkeklerle beraber kılarlarsa yine en arka safta olmaları gerekir. Bu, sünnete uygundur. Fakat cenaze namazı mutlak bir namaz olmadığı için kadınlar erkeklerle beraber aynı safta veya önde kılarlarsa namazları olur, erkeklerin namazı da bozulmaz.

Düşük veya ölü olarak doğan çocuklarla ilgili hükümler nelerdir?

Dört aydan önce düşük olması durumunda bebek yıkanmaz, namazı kılınmaz. Bir beze sarılır ve defnedilir. Bu konuda ihtilaf yoktur. Fakat dört ay ve sonrasında düşük olması durumunda iki farklı görüş vardır:
 
1. Eğer çocuk canlı doğmuşsa hem yıkanır hem de cenaze namazı kılınır. Bu konuda ittifak vardır. Fakat doğarken herhangi bir canlılık alameti görülmemişse Hanefiler, İmam Malik, el-Evzâî ve Hasan-ı Basrî’ye göre bu bebeğin cenazesi yıkanır ama namazı kılınmaz. Bu görüşte olanlar şu hadisi delil getirmişlerdir:
 
“Eğer çocuk doğduğu zaman ağlar (yani bir canlılık alameti gösterir) de sonra ölürse onun namazı kılınır ve ona varis olunur.” (Ebu Davud, Cenâiz, 44-45; Nesâî, Cenâiz, 26; Dârimî, Ferâiz, 47.)
 
Görüldüğü gibi hadiste bu çocuğun namazının kılınması için ağlaması / canlılık alameti göstermesi şart koşulmuştur. (Seyyid Sâbık, Fıkhu’s-Sünne, 12. Bs., Müessesetu’r-Risâle, Beyrut, 1996, cilt: 1, sayfa: 277)
 
2. Çocuğun ölü doğması ile canlı doğması arasında fark yoktur; her iki durumda da namazı kılınır. Ahmed b. Hanbel, Saîd b. Cübeyr, İbn Sîrîn ve İshâk b. Râheveyh bu görüştedirler. Onlar bu konuda anne karnındaki çocuğa dördüncü ayda ruh üflenmesini esas alırlar. Çünkü cenîn ruh üflendikten sonra artık tam bir insan haline gelir ve canlı olarak doğup sonra ölen bebek gibi bunun da cenaze namazı kılınır. Bu görüşte olanlar ayrıca yukarıdaki hadisin muzdarip[1] olduğunu ve kendisinden daha kuvvetli olan ruh üflenme hadisine muârız olduğunu dolayısıyla bunun delil olarak kabul edilemeyeceğini söylerler. (Bkz.: Seyyid Sâbık, Fıkhu’s-Sünne, c: 1, s: 277)
 
Bu son görüş, Kur’an’a uygundur. Çünkü çocuğun vücut yapısı tamamlanınca ona ruh üflendiği, o andan itibaren tam insan olduğu Kur’an’ın hükmüdür. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
 
“Yarattığı her şeyi güzel yaratan odur. İnsanı yaratmaya sulanmış topraktan (tîn) başlamıştır.

Sonra onun soyunu süzülmüş bir özden, dayanıksız bir sudan yaratmıştır.

Sonra onu düzenli bir şekle sokmuş ve içine ruhundan üflemiştir. Sizin için kulaklar, gözler ve gönüller var etmiştir. Ne kadar az şükrediyorsunuz!” (Secde 32/7-9)
 
Ayetler arası karşılaştırma yapıldığında ruhun 16. haftada üflendiği ortaya çıkmaktadır. Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
 
“Biz insana, ana babasına karşı tavsiyede bulunduk. Anası onu zar zor taşıdı, sütten kesimi de iki sene içinde oldu.” (Lokman 31/14)
 
“Biz insana, ana babasına karşı iyilikte bulunmasını tavsiye ettik. Anası onu zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu, taşıması ve sütten kesimi otuz ay sürer.” (Ahkâf 46/15)
 
Süt emzirme süresi 24 ay, ananın cenini bir insan olarak taşıdığı süreyle birlikte bu süre 30 ay olduğu için burada sözü edilen sürenin 6 ay olduğu ortaya çıkar.
 
Toplam hamilelik 40 haftadan biraz fazla yani 282 gün kabul edilir. Altı ay, kameri ay olacağı için yarısının 29 gün çektiğini düşünürsek toplam 177 gün eder. Bunu 282’den çıkarınca geriye 105 gün kalır. Onu da 7’ye bölersek toplam 15 hafta eder. Bundan sonra 16. hafta gelir. İşte altı aylık sürenin başlangıcı olan 16. hafta çocuğa ruhun üflendiği haftadır.
 
Kur’an bu haftadan itibaren cenine insan adı vermektedir. Dolayısıyla ikinci görüşte belirtildiği gibi bu aydan sonra çocuk ölü olarak da doğsa diğer insanlar gibi cenazesinin yıkanması ve namazının kılınması gerekir.

——————————————————————————–
[1] Birbirine metin veya sened itibariyla bir ya da daha fazla ravi tarafından, aralarını cem ve telif etme imkanı olmayacak şekilde farklı biçimde rivayet edilen hadis.

Cenaze ile ilgili uygulamalar ilk olarak ne zaman başladı?

Maide suresinin 31. ayetinde Âdem’in iki oğlundan Kabil’in, öldürdüğü kardeşi Habil’in cesedini gömmesi için Allah’ın ona bir karga gönderdiği şöyle anlatılmaktadır:

İçinden bir dürtü onu, kardeşini öldürmeye itti ve öldürdü. Böylece kaybedenlere karıştı gitti.

Derken Allah, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini göstermesi için, yeri eşeleyen bir karga gönderdi. “Yazık bana, ne kadar da aciz kaldım?! Şu karga kadar olup kardeşimin cesedini gömemedim?” dedi. Sonra ettiğine pişman oldu.” (Maide, 5/30-31)

Görüldüğü gibi ilk insanlardan beri cenazelerin gömüldüğü net bir şekilde anlaşılmaktadır. Bunun dışında cenazenin yıkanması, üzerine namaz kılınması gibi hususların da ilk nebilerden -özellikle de- Nuh aleyhisselamdan beri var olduğu söylenebilir. Zira Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Allah, Nuh’a buyurduğunu sizin için bu dinin şeriatı yapmıştır. Sana vahyettiğimiz, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya emrettiğimiz şudur: Dini ayakta tutun, o konuda ayrılığa düşmeyin…” (Şûrâ, 42/13)

Nebimizin sünnetinde de cenazeler yıkanır, kefenlenir, namazı kılınır ve gömülür. Yukarıdaki ayete göre onun bu sünneti ta ilk nebiye dayanmaktadır.